Eskişehir Anadolu’nun Avrupai kentidir
Eskişehir. Üzerindeki küçük köprüleri, kıyısındaki kafeleri ile Porsuk Çayı şehre hayat verirken, üniversiteler ve öğrencileri canlılık katar.
Eskişehir’in merkezi, kuşkusuz tarih meraklısı bir turistin aklına gelen ilk gezi noktası değil. Ancak modern yaşamı, canlı gece hayatı, Porsuk Çayı ve civarı, merkezdeki müzeleri ile
ziyaretçiye keyif verebilecek zenginlikte bir yer. Kentin kurulduğu ilk yer Odunpazarı’nda renkli, ahşap süslemeli cumbalı evler ile eski bir Anadolu kenti havasını hissederken, bugün mucizevi bir düzenlemeyle ve üzerinde gidip gelen gezi tekneleriyle adeta Paris’i andıran Porsuk Çayı ve kıyısı kentin yeni yüzünü yansıtıyor... Sıcak Sular ya da Hamamyolu’na doğru ise, kentin özgün anlarını yakalamaya başlıyorsunuz.
Küçük dükkânlar, tezgâhlar, ayakkabı tamircileri ve boyacılar... Hayat burada Paris’i pek andırmıyor. Yine de insanlarıyla konuştukça, Eskişehir’in rahat ve iyi yaşam imkânı sunan bir kent olduğu izlenimini hemen ediniyorsunuz.
ÖĞRENCİLERİN SEVDİĞİ ŞEHİREskişehir’deki iki üniversiteden biri olan Anadolu Üniversitesi, kentin açık görüşlülüğünün, sosyal ve ticari canlılığının, sınırsız neşesinin kalbi.
Osmangazi Üniversitesi ile birlikte otuz bini aşan öğrenci nüfusu, kenti her açıdan ayakta tutuyor.
Sokaklar stili, bakışı, hayat duruşu farklı, kendine güvenen, sayısız gençle dolu. Bu üniversiteli kuşak, farklılığı sevse de, çoğu zaman öğrenci olmanın getirdiği ortak bir
kaderi de paylaşır. Eskişehir’de öğrenci, okuduğu kadar eğlenir de. Elinize düzenlenen partilerin broşürlerinin tutuşturulması için sokakta birkaç adım atmanız yeterlidir. Vizeler biter ‘vizeler bitti partisi', bahar gelir ‘bahar partisi', finaller biter ‘finaller bitti partisi'...
Bu kentte öğrenciler uyumaz. Onlar uyumayınca, esnaf hiç uyuyamaz. Gece yarısından itibaren siparişler evlere taşınmaya başlar.
Kentin esnafı kadar, kültürel yaşamı da üniversiteden beslenir. Gezici Film Festivali, Rock Filmleri Festivali, İngiliz Kısa Film Günleri, Caz ve Blues Festivali, Uluslararası Pişmiş Toprak Sempozyumu ve birçok aktivite üniversitelerden şehre doludizgin yayılır.
Bu üniversite ve sanayi kentinin nüfusu ilk bakışta, öğrencilerden oluşuyor gibi görünse de, mozaik çok daha renklidir. Eskişehir’in asıl yerlisi Manavlar, Rus Çarlığı’nın yıkılmasından sonra Kırım ve Orta Asya’dan gelen Tatarlar, Çerkezler ve Yörükler ile kültürlerini ve yemeklerini birlikte yaşatırlar. 19. yüzyıl gezgini Georges Perrot bu mozaiği izlenimlerinde şöyle anlatır: “Batı’da hiç görülmeyen bir olgu burada mevcut, bu imparatorlukta her biri başka din ve dilde, yedi sekiz ırk yan yana yaşarlar... “
PORSUK’UN KIYISINDAÖğrencilerin olduğu kadar Eskişehirlilerin de gün batmadan hemen önce soluğu aldığı
yer, kentin ortasından geçen Porsuk Çayı’nın kıyılarıdır. Yalaman Adası ya da Porsuk Bulvarı olarak bilinen bu yürüyüş alanı Eskişehir’in yeniden doğuşunun bir simgesi gibidir. Belediyenin kararlı çalışmaları sayesinde burasının Seine Nehri kenarındaki dünya güzeli Paris’i andırdığını düşünebilirsiniz. Porsuk Çayı’nın üzerinden geçen küçük köprüler, iki yanına dizilmiş kafeler ve su üzerinde yolcu taşıyan yepyeni gezinti tekneleriyle Eskişehir’in bu yüzü insanı gerçekten etkiliyor.
ALTINDAN SICAK SULAR AKIYORHamamyolu’na doğru ise Eskişehir’in bambaşka bir yüzüyle karşılaşıyorum. Buraya aynı
zamanda Sıcak Sular da deniyor. Çünkü çarşının altında termal su kaynakları bulunuyor, dolayısıyla sokak aralarında da pek çok hamam...
Buradan arka sokaklara kıvrılınca, koca bir yaşamın yükünü taşıyan ayakkabıların tamir edildiği bölgeye geliyorum. Adeta bir lonca sistemi kurulmuş gibi burada. Müşteri taburede oturuyor, her biri önlük takan tamirciler, istek üzerine ateşle ayakkabı rengini ‘çeviriyor', topuk tamir ediyor, taban değiştiriyorlar. Yan yana dizili bu kulübelerde genç, yaşlı, herkesin yorgun ama aydınlık yüzleri var. Kemal’in tabelasında ‘babadan oğula’ yazıyor...
Biraz ilerideki, çanta tamircilerinin olduğu Hazerfan Çelebi Sokağı’nın sonunda yarım asırlık
Yalı Ekber Kıraathanesi yer alıyor. Çayı kaynak suyundan, nargilesinin meraklısı ise çok... Havaalanından emekli 82 yaşındaki Hüseyin Amca buranın müdavimlerinden. Dizinin üstünde tuttuğu çayını içip tespih çekiyor ve hayatını anlatırken, “uçakları indirip kaldırma işi bendeydi” diyor.
BEYAZ ALTIN: LÜLETAŞIBelediye yakınındaki yerli ve yabancı sanatçıların lületaşı eserleri ile etkileyici bir lületaşı koleksiyonuna sahip Lületaşı Müzesi’ne geliyorum. Vitrinlere bakarken bir lületaşı ustasının şu sözlerini hatırlıyorum: “Bu toprağın köylüsü doğuştan madencidir. Kışın lületaşı
çıkarır, yazın çiftçilik yapar. En iyi tarlayı bildiği gibi lületaşını nerede bulacağını da bilir”. Eskişehir köylüleri, lületaşı bulabilmek için yerin metrelerce altına inerler. Tepelerin yamaçlarına gelir, bir dikdörtgen çizer, üç metre iner, direklerle sağlamlaştırır, on metreye
basamak yapar, sonrası için halatlı merdiven kurar. Eskiden ocaklar üç yüz metreye kadar iner, uzun yeraltı galerilerinde çalışılırmış, şimdi ise ancak otuz beş kırk metreye kadar iniliyor. Baba oğluyla, amca yeğeniyle çalışıyor. Emek istiyor, günde ancak on pipo yapılacak kadar taş çıkarılabiliyor.
Lületaşı eskisi kadar iş yapmasa da, hâlâ bir köye adını verecek kadar önemli; Beyaz Altın Köyü... Dededen lületaşçı BehçetHan Aktaş’ın İsmet Yasin Pasajı’ndaki dükkânını geziyorum. Lületaşı hakkındaki sorularım sohbeti getiriyor: “Dedem Abdürrezzak Efendi,
felsefe öğretmeniymiş. Padişah Vahdettin çok severmiş onu. Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında padişah dedeme, Eskişehir’deki beyaz madenin işletmesini vermiş. İlk o kazdı, ilk atölyeyi o kurdu...
Soyadımız bu yüzden Aktaş”.
ŞEHRİN ESKİ YÜZÜEskişehir’in bir diğer yüzünü, eskiliğini yansıtan yere Odunpazarı’na geliyorum.
Yeniden canlandırılan Odunpazarı mahallesi, kentin tarihi dokusunun en belirgin hissedildiği bölge. Tarihi ve Kentsel Sit Alanı olarak korumaya alınan semtte Odunpazarı Belediyesi tarafından restore edilen ve yakın bir zamanda butik otel, restoran ve kültür merkezi olarak hizmete girecek eski evler var. Bu rengârenk evlerin arasında dolaşmak, kentin
ilk kurulduğu yerin atmosferini hissederek bugünkü haliyle ortaya koyduğu tezatı anlamak için birebir. Dar ve çıkmaz sokaklarda yaşamın sürdüğü evlerin çoğunun bahçeleri var. Pencerelerin önündeki sedirleri, çarpıcı ahşap işçiliği örnekleri olan dolapları, tavanları ve kalem işçiliğiyle bir Odunpazarı evine davet edilirseniz, bu fırsatı geri çevirmeyin.
BİR DEMİRYOLU KENTİ Eskişehir çoğu zaman Tren Garı’ndan terk edilir... Burası bir demiryolu kentidir çünkü. Tren Garı’nın sıra dışı binasının ön cephesi ışıklandırıldığında,İstasyon Köftecileri de müşterilerini ağırlamaya başlar. Köftecilerin neon ışıklarıyla çevrili küçük dükkânlarında, eğlence yerlerinden çıkan öğrencilerle tren yolcuları bir araya gelir. Bu gece, ben de bir tren
yolcusuyum... Eskişehir’den aklımda kalanlarla, tıpkı Porsuk Çayı gibi, kentten geçip gideceğim...